BLOG SANAT

BLOG SANAT

BLOG SANAT

Kazanmanın Sarhoşluğu Ve Modern İnsanın Kaybetmeye Dönüştürdüğü Dünya

Savaşlarımızda seçici olmalıyız; çünkü bazı zaferler, kazanmanın ötesinde, anlamını yitirir. Her çatışma, kazanmaya değer bir savaş olmayabilir. Kişisel evrenimizde, neyle mücadele ettiğimiz ve hangi savaşı verdiğimiz konusunda dikkatli seçimler yapmalıyız; zira bazı savaşlar, gerçekten kazanmaya değmez.

Tarih boyunca, zaferlerin arkasında yalnızca fiziksel çatışmalar değil, derin varoluşsal sorgulamalar da yatmıştır. Kazanma arzusuyla harcanan efor, beraberinde başka kayıplar getirebilir. Bu kayıplar, yaşamın değerli olanıyla değersiz olanı arasındaki sınırları belirsizleştirebilir. Kazanmak insanı mutlu etse de, kazanmakla iskalanan önemli yoksunluklar, insanda travmatik etkiler oluşturur. Bu şu anlama gelir: Bazen zafer, bir yoksunluğu netice verir. Zafer sarhoşluğuyla, insan nelerden yoksun kaldığını fark etmelidir; çünkü yoksun kalmak, bir karmaşa ve kompleks yaratır ve bu tekrar eden bir travma neticesi olabilir. Bu yüzden, bazen zafer travmatik bir yoksunluğun sebebi olabilir.

Mitolojinin derinliklerinde, Yunan tanrısı Dionysos’un öyküsü, bu durumu çarpıcı bir şekilde gözler önüne serer. Dionysos, şarap, eğlence ve zaferin tanrısı olarak bilinir. Şarap ve sarhoşluğun tanrısı olarak, zaferin zirvesindedir. Ancak, Dionysos’un öyküsü, zafer ve sarhoşluğun, bireyin içsel dünyasında derin ve trajik kayıplara yol açabileceğini gösterir. Dionysos, zaferin ve sarhoşluğun arkasındaki karanlık yüzü sergiler. Bu mitolojik hikaye, kazanmanın geçici sarhoşluğunun, insanın kendi benliğini ve değerlerini kaybetmesine yol açabileceğini anlatır.

Modern dünyada da benzer bir tablo söz konusudur. Kazanmanın sarhoşluğu, bireyleri kısa süreli bir mutluluğa yönlendirirken, bu zaferlerin gölgesinde derin kayıplar ortaya çıkar. Kazanma arzusuyla harcanan enerji ve çaba, bireyin içsel değerlerinden ödün vermesine ve gerçek benliğini kaybetmesine yol açabilir. Kazançların ardından yaşanan bu kayıplar, fark edilmesi güç bir şekilde, hayatın değerli olanıyla değersiz olanı arasındaki sınırları belirsizleştirir.

Modern dünya savaşlarında, yeryüzünün masumiyeti olan çocuklar, siviller, hatta hayvanlar ve bitkiler yok edilir. Bu trajik gerçek, zafer kazanan ülkelerin ve savaşçıların gerçek kayıplarını gözler önüne serer. Ülkeler savaş kazanırken, yeryüzünün masumiyetini kaybeder; çocuklar ölür, hayvanlar yok olur, ormanlar yanar ve biter, ahlak ölür, insaniyet yok olur. Savaşlar kazanılırken, bu zaferlerin bedeli insaniyetin ve masumiyetin feda edilmesidir. İşte bu, zaferlerin gölgesindeki kayıpların trajik öyküsüdür.

Savaşlar sadece dışsal bir mücadele değil, aynı zamanda bireyin içsel dengesiyle de yakından ilişkilidir. Her savaş, insanın kendi değerlerine, inançlarına ve hedeflerine karşı koyduğu bir sınavdır. Kişi, zafer arayışında kendinden ne kadar ödün verdiğini ve gerçek anlamda neyi kaybettiğini bazen göz ardı edebilir. Bu kayıpların önemi, kişinin varoluşsal kriziyle şekillenir ve derinlemesine hissedilir.

Savaşlar, kişinin psikolojik yapısını da derinden etkiler. Zafer arayışı, kişinin kendine duyduğu güveni ve değeri şekillendirirken, yaşanan kayıplar travmatik izler bırakabilir. Kişi, kazandığı zaferlerin ardından bile yaşadığı kayıpları içselleştirirken, hayatın anlamını yeniden inşa etmek zorunda kalır. Bu süreçte, değerli olanla değersiz olan arasındaki farkı algılamak, karmaşık bir psikolojik dengeyi gerektirir. Kazanmakla elde edilen başarının arkasındaki derin yoksunluklar ve travmalar, insanın içsel dünyasında derin izler bırakabilir ve bu durum, sürekli bir karmaşa ve travma döngüsüne yol açabilir.

Toplumlar, savaşların getirdiği kayıplarla yüzleşirken, bu süreçte neyin değerli olduğuna dair ortak bir anlayış geliştirebilirler. Ancak bu anlayış, bireysel ve kolektif hafızanın etkisiyle sürekli olarak evrilen bir kavramdır.

Sonuç olarak, kazanmanın sarhoşluğu, modern insanın dünyasında kaybetmeye dönüşen bir deneyim haline gelebilir. Her zaferin ardından, kazançların yanı sıra kayıpları da sorgulamak ve bu süreci derinlemesine anlamak, varoluşsal bir sorumluluktur. Dionysos’un hikayesindeki gibi, kazanmanın ardından gelen kayıpları fark etmek ve bu süreci anlamak, hayatın gerçek değerlerini korumak için bir rehber niteliği taşır.

Dr. Ayhan Özel