Normalliğin Dayatılması | Müzik Sanatının Özgürleştirici Gücü |
Modern çağ insanları zihinsel bir özgürlük iklimine giremedikleri için kendilerine “normal” kavramını manipüle edilmiş suni bir şekilde tanımlıyorlar. “Normal” kelimesi hakikatte spekülatif bir kelimedir; kişiye göre, zamana ve şartlara göre değişen ve sabitlenemeyecek kadar geniş bir anlam taşımaktadır. İşte bu normallik dayatması maalesef günümüzde her alanda var. Mücadeleniz, gerçekten var olabilmek için kendi normallerinizi yaratmaktır; size hiç önem vermeyen ve saygı gerçek anlamda göstermeyen bir birey ya da topluma karşı hayatınızı düzenlemek gerçek bir normal algısına göre makul değildir.
Müzik sanatı, tarih boyunca normallik kavramının dayatılmasına karşı bir direniş aracı olmuştur. Büyük müzisyenler, kendi dönemlerinin normlarına meydan okuyarak, sanatlarını özgürleştirme ve yeni normaller yaratma cesareti göstermişlerdir. Bu bağlamda, müziğin evrensel dili, normallik dayatmasının ötesine geçerek bireyleri özgürleştiren bir güç olarak öne çıkar.
Varoluşçuluk, bireyin kendi anlamını ve değerlerini yaratma özgürlüğünü vurgular. Jean-Paul Sartre’ın “Varoluş, özden önce gelir” ilkesinden yola çıkarak, normalliğin dayatılması bireyin kendi özünü oluşturma sürecini engeller. Sartre’a göre, her birey kendi hayatının anlamını ve değerlerini kendisi belirlemelidir. Bu bağlamda, normalliğin manipüle edilmesi bireyin varoluşunu sınırlayan bir engeldir. Ludwig van Beethoven, müziğin normallik dayatmasına karşı en güçlü direnişçilerinden biridir. Klasik müziğin sınırlarını zorlayan ve romantik dönemin kapılarını aralayan eserleri, kendi içsel normallerini yaratmanın bir manifestosu gibidir. Sağır olmasına rağmen müzik yapmaya devam eden Beethoven, fiziksel ve toplumsal normları aşarak sanatıyla bir devrim yaratmıştır.
Stoacılık ise bireyin kendi içsel huzurunu ve mutluluğunu dış etkenlerden bağımsız olarak korumasını vurgular. Epiktetos’un “kontrolümüz altında olan şeyler ve olmayan şeyler” ayrımına göre, normallik dayatması dışsal bir etkendir ve bireyin bu dışsal etkene karşı içsel direncini koruması gerekir. Bireyin kendi içsel normallerini yaratması ve bu normaller doğrultusunda yaşaması, gerçek özgürlüğe ulaşmanın yoludur. Igor Stravinsky, 20. yüzyılın en etkili bestecilerinden biri olarak, müziğin normlarını alt üst eden yenilikçi eserler yaratmıştır. Özellikle “Bahar Ayini” (Le Sacre du Printemps) eseri, ilk kez sahnelendiğinde büyük bir skandal yaratmış ve dönemin müzik anlayışını kökten sarsmıştır. Stravinsky, sanatta normallik dayatmasına karşı çıkan ve kendi müzikal dilini oluşturan bir öncüdür.
Psikolojik felsefe, bireyin zihinsel özgürlüğünü ve kendi gerçekliğini yaratma kapasitesini inceler. Carl Jung’un bireysel bilinçdışı ve kolektif bilinçdışı kavramları, normallik kavramının toplum tarafından manipüle edilerek bireyin kendi bilinçdışını keşfetmesini engellediğini savunur. Jung’a göre, bireyin kendi gölgesini kabul etmesi ve içsel dünyasını tanıması, gerçek normallik algısını oluşturmanın temelidir. John Cage, müzikte normalliğin ötesine geçerek avangard bir yaklaşımla yeni sesler ve deneyimler keşfetmiştir. Sessizlik ve rastgelelik gibi kavramlarla müzikte radikal yenilikler yapmış ve “4’33”” adlı eseriyle müzikteki geleneksel normları tamamen yıkmıştır. Cage, sanatın sınırlarını zorlayarak normallik kavramını sorgulayan ve özgürleştiren bir sanatçı olarak tarihe geçmiştir.
İspanyol klasik müziğinin ikonik isimleri de normallik kavramını sorgulayan ve sanatlarını özgürleştiren örnekler sunar. Manuel de Falla, İspanyol folklorunu modern müzikle birleştiren ve geleneksel normların ötesine geçen bir besteci olarak bilinir. Özellikle “El Amor Brujo” ve “Nights in the Gardens of Spain” gibi eserleri, İspanyol kültürünün zenginliğini ve mistik unsurlarını müzikle harmanlayarak sanatta yeni normaller yaratmıştır. Falla’nın çalışmaları, sanatsal normlara karşı direnişin ve özgürlük arayışının bir ifadesidir.
Aynı şekilde, Isaac Albéniz, İspanyol müziğinde devrim yaratmış bir diğer figürdür. Özellikle “Iberia” adlı eseri, İspanyol halk müziğinin ve etkileyici armonilerin bir birleşimini sunarak müzikte yeni bir standart oluşturmuştur. Albéniz’in müziği, İspanyol kültürünün zenginliğini yansıtarak müzikal normları aşmış ve müzikte özgürlük arayışının bir simgesi olmuştur.
İtalyan klasik müziğinin öncülerinden olan Giovanni Gabrieli, Venedik okulunun önemli bir temsilcisi olarak, çok sesli müzikte yenilikçi teknikler kullanmıştır. Özellikle “Canzoni per sonare con ogni sorte di stromenti” adlı eseri, çok sesli müzikte normların ötesine geçerek, orkestra düzenlemelerinde ve ses renklerinde devrim yaratmıştır. Gabrieli’nin bu yenilikçi yaklaşımı, müziğin sınırlarını genişleterek yeni normaller oluşturmuştur.
Bir diğer İtalyan besteci, Claudio Monteverdi, Barok müziğin kurucularından biri olarak, operanın ve diğer müzik formlarının gelişimine büyük katkılarda bulunmuştur. Monteverdi’nin “L’Orfeo” adlı eseri, operanın ilk büyük örneklerinden biri olarak kabul edilir ve müzikte normallerin ötesine geçerek dramatik anlatım ve müzikal yapı açısından devrim yaratmıştır. Monteverdi’nin çalışmaları, müziğin sanat olarak evriminde yeni bir çağın kapılarını aralamıştır.
Bu büyük müzisyenlerin ve mitolojik kahramanların örnekleri, normallik dayatmasına karşı müziğin ve mitolojinin nasıl bir özgürleştirici güç olduğunu gösterir. Onlar, kendi içsel normallerini yaratarak sanatta ve hayatta devrim yapmış ve bize normalliğin spekülatif bir kavram olduğunu hatırlatmışlardır. Mücadelemiz, gerçekten var olabilmek için kendi normallerimizi yaratmaktır ve müzik bu yolda en güçlü rehberlerimizden biridir.
Dr.Ayhan Özel