BLOG SANAT

BLOG SANAT

BLOG SANAT

SAHİP OLMADIĞINI PAYLAŞAMAZSIN!

İnsanın doğasında, yalnızca kendinde bulunan özellikleri başkalarına aktarabilme yetisi vardır. Bu durum, hem olumlu hem de olumsuz nitelikler için geçerlidir. Kişi, sahip olmadığı bir duyguyu ya da niteliği paylaşamaz; zira insan, iç dünyasında ne barındırıyorsa dışa vurduğu da odur.

Bir insan sürekli çevresiyle çatışıyorsa ve her insanda bir kusur buluyorsa, aslında bu kusurlar kendi bilinçaltında sahiplenilmiş hatalardır. Psikolojik olarak bu durum, yansıtma (projection) olarak adlandırılır. Kişi, kendi içindeki olumsuz duyguları veya nitelikleri başkalarına atfederek, kendi zayıflıklarını kabul etmekten kaçınır. Kin ve nefret duyduğumuz özellikler, genellikle kendi içimizde barındırdığımız ve belki de farkında bile olmadığımız niteliklerdir. Bu nitelikleri ya farkındalıkla tanımış ve onlardan uzaklaşmışızdır ya da onları kamufle etmişizdir. İçimizdeki bu olumsuz özelliklerin farkında olmak, zaman zaman öfkeye yol açabilir ve bu da radikal tepkilere neden olabilir.

Hiç kimse, kendisinde olmayanı başkasına veremez. Sevgi görmemiş ve tanımamış birisi, başkasına sevgi veremez. Sevgi eksikliği, karmaşa ve öfkeye yol açar. Bu durum, bağlanma teorisi çerçevesinde değerlendirildiğinde, sağlıklı bir bağlanma stiline sahip olmayan bireylerin, başkalarıyla duygusal bağ kurmada zorluk yaşadığını gösterir. Sevilmemiş bir insan, sevmeyi beceremez; zira kendinde var olmayan bir duyguyu başkalarına aktarabilmesi mümkün değildir. Ancak sevgi, zamanla öğrenilebilir; tabii ki öğrenmeye açık olmak kaydıyla.

Bu temel gerçeği, felsefe, edebiyat ve müzik sanatının büyük isimlerinin hayatlarından örnekler vererek daha da derinleştirebiliriz. Barok dönemi bestecisi Johann Sebastian Bach’ın yaşamı ve eserleri, bu durumu anlamamıza yardımcı olabilir.

Bach’ın eserlerinde, kendisinde var olan derin dini inanç ve disiplin ön plandadır. Hayatının büyük bir kısmını kiliseye ve Tanrı’ya adamıştır. Bu derin inanç, onun müziğine de yansımıştır. Bach, kendi içsel dünyasındaki dini duyguları ve ruhani düşünceleri müziğiyle paylaşarak evrensel bir dil yaratmıştır. Kendisinde olmayanı değil, tam tersine derinlemesine sahip olduğu duygusal zenginliği eserlerine yansıtmıştır. Örneğin, “Matthäuspassion” adlı eseri, insanın Tanrı’ya olan derin bağlılığını ve dini duygularını ifade eder. Bu eserde, Bach’ın içsel dünyasında sahip olduğu inanç ve disiplinin müzikal bir dışavurumu vardır.

Edebiyat dünyasında ise, İngiliz şair John Milton’ın “Paradise Lost” adlı eseri dikkate değerdir. Milton, bu epik şiirinde insanın düşüşünü ve kurtuluşunu anlatırken, kendi dini inançlarını ve ahlaki değerlerini şiirine yansıtmıştır. Milton’ın içsel dünyasında sahip olduğu bu derin dini inançlar ve ahlaki değerler, şiirinin temellerini oluşturur. Psikolojik açıdan bakıldığında, Milton’ın eseri, insanın içsel çatışmalarını ve bu çatışmaların sonuçlarını anlamaya yönelik bir arayış olarak değerlendirilebilir.

Sonuç olarak, insan ancak kendisinde var olanı başkalarına verebilir. Sevgi, bilgi, sanat ya da herhangi bir nitelik… Önce kendimizde var olmalıdır ki başkalarına aktarabilelim. Bu temel prensip, insan ilişkilerinin ve sanatın evrensel bir kuralıdır. Johann Sebastian Bach’ın müziğinde ve John Milton’ın şiirlerinde olduğu gibi, gerçek sanat ve derin duygular, insanın iç dünyasında sahip olduklarından doğar ve bu şekilde başkalarına aktarılır.

Dr.Ayhan Özel